Seba Halkının Nankörlüğü



Seba, çok büyük, azametli bir şehirdi. On şehir halkı oraya top­lanmıştı. Allah (c.c.) onlara nice bağlar, bostanlar vermiş, pek çok ni­metler ihsan etmişti. Ağaçlardan dökülen meyvelerin bolluğundan yol daralır, geçenler geçemez olurlardı. Ağaçları kimse silkelemez, meyveler rüzgârla kendiliğinden düşerdi. Meyveler dallardan aşağı­lara sarkar, gelen geçenlerin başına, yüzüne değerdi. Şehirler ve köy­ler hırsızlıktan emindi.
Seba halkına tam on üç peygamber gelmiş, yol göstermek iste­mişlerdi. Onlara şöyle demişlerdi:
- Allah'ın nimetlerine şükredin. Bir şükre bedel bu kadar nime­ti kim verir? Allah insana baş verir, şükür için bir secde ister, ayak verir şükür için bir oturma ister.
Sebalılar peygamberlere şöyle dediler:

- Biz şükürden de usandık, nimetten de. Nimetleri de istemiyo­ruz, bahçeleri de.
Peygamberler şöyle karşılık verdiler:
-  Bu, sizin gönlünüzdeki hastalıktan kaynaklanıyor. Nitekim hasta insanlar yedikleri nimetlerden tat almazlar. Biz iş ve söz hekimleriyiz. Kimseden ücret istemeyiz, ücretimiz noksanlıklardan münezzeh olan Allah'tandır.
- Peki buna bir deliliniz var mı?
- Güneş doğduktan sonra gündüz olduğundan hala şüphedeyseniz, gündüz olduğuna delil arıyorsanız, bu körlüğünüze delildir.
- Hayır, dedi Sebalılar, bütün bunlar riya ve hileden ibaret. Nasıl olur da Allah falanı filanı kendisine elçi yapar? Allah'ın elçisinin melek olması lazım.
Bunun üzerine peygamberler:
- Ey akılsızlar, dediler, size canla başla verdiğimiz nasihatler, si­zin ancak azgınlığınızı artırdı. Yazıklar olsun!                                     
- İyi söylüyorsunuz ama, dedi Sebalılar, Allah bizim gönlümüzü kilitledi, biz ne yapalım. Kimse kaderimizi değiştiremez. Taşa yüzyıl boyunca lal ol desen de yine taş olarak kalır.
Peygamberler şöyle cevap verdiler:
- Evet, Allah (c.c.) kurtulmaya imkan bulunmayan sıfatlar yarat­mıştır, ama terk edilmesi mümkün olan arız sıfatlar da vardır. Taşa altın ol demek beyhudedir, ama toprağa balçık ol dersen bu yerinde­dir, toprak balçık olabilir. Körlük gibi çaresiz hastalıklar vardır, ama baş ağrısı gibi çaresi bulunan hastalıklar da mevcut.
- Bu bizim derdimiz deva kabul etmez. Yıllarca bize öğüt verdi­niz, ama her an derdimiz arttı.
- Ümitsizliğe düşmeyin, Allah'ın ihsan ve rahmetlerine son yok­tur. Ümitsizlikten sonra nice ümitler var, karanlığın ardında nice güneşler var.
- Siz bize uğursuz geldiniz. Hiçbir derdimiz yokken bizi endişe­lere, meşakkatlere saldınız. Birlik bütünlük içinde bir topluluktuk, sizin yüzünüzden aramıza yüzlerce ayrılık girdi, işiniz gücünüz kö­tüye yormak, kötü haber, azap tehdidi. Bütün çabanız alemi derde düşürmek.
- Kötüye yoruş sizin ruhunuzda, dedi peygamberler. Bir doktor size, "Koruk yemeyin, şöyle bir hastalık verir" dese, "Neden kötüye yoruyorsun?" mu dersiniz?! Ardından bir yılan gitse, birisi de görüp haber verse, "Sus, beni dertlendirme, bana keder verme!" mi dersi­niz?

Mevlana'dan Hikayeler Blog

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mevlana'dan Öğütler ve Nasihatler

Şehzade gerçek aşkı nasıl buldu?

Başımıza ne geliyorsa...