Şehirli İle Köylü



Bir şehirli ile köylünün ahbaplığı vardı. Köylü, şehre geldikçe şe­hirliye misafir olur, evine kurulup otururdu, iki ay, üç ay konuk olur, dükkanında oturur, sofrasına katılırdı. Şehirli, köylünün her ihtiyacını karşılardı. Köylü bir gün şehirliye dönüp:
- Efendim, dedi, sen hiç seyre seyrana çıkmaz mısın? Allah aş­kına bütün çocuklarınla birlikte köyüme gel! Şimdi ilkbahar, gül mevsimi, ya da yazın meyve zamanı gel de sana hizmet edeyim. Çoluk çocuğunu da getir, üç dört ay kal! Baharda köy pek hoş olur, ça­yırlık çimenlik, bağ bostan olur, gönle ferahlık verir.
Şehirli, başından savmak için vaadde bulundu, vaadinin
üstün­den de sekiz yıl geçti. Köylü her yıl:
- Kış gelip çattı, ne vakit geleceksin, diye sorar, o da:
- Bu yıl filan yerden misafir geldi, önümüzdeki yıl işten güçten kurtulursam gelirim, derdi.                                                                    
-  Ailem, çoluk çocuğum sizi bekliyor, ey kerem sahibi, derdi köylü.
Her yıl, leyleklerin geldiği vakit köylü gelir, şehirlinin evine ko­nardı. Şehirli de köylü için malından harcar, ona kol kanat gererdi. Son gelişinde köylü yine üç ay kaldı. Ev sahibi de sabah akşam ye­dirdi içirdi. Köylü utanıp yine:      
                                                    
- Efendim, dedi, kaç senedir vaad ediyor, beni aldatıyorsun. Bu ne zamana kadar sürecek?
- Her şey Allah'ın takdiriyle, dedi şehirli.
- Ey kerem sahibi, çoluk çocuğunu al gel de ikramımı gör! Köylü, bunu söyledikten sonra şehirlinin elini tutup üç kere and verdi:
- Allah için gel, dedi.
Bunun ardından on yıl daha geçti. Köylü her yıl böyle laflar eder, tatlı vaadlerde bulunurdu. Sonunda şehirlinin çocukları:
-  Baba, dediler, ay da sefer eder, bulut da, gölge de. Köylüye bunca hakkın geçti. Senin ona konuk olmanı ve hakkının bir kısmı­nı olsun ödemeyi istiyor. Bize, seni köye gitmeye razı etmemiz için çok ricalarda bulundu.
- Doğru ama, dedi şehirli, "iyilik ettiğin kişinin şerrinden sakın" demişler. Dostluk son demdedir, işin sonu ne olur bilinmez.
Köylü yaltaklanmayı bırakmadı. Sonunda şehirli ihtiyat ve ted­biri unuttu. Köylünün haber üstüne haber salması onu şaşkınlaştırdı. Bir taraftan da çocukları neşeyle:
- Baba, gezer oynar, eğleniriz, diyorlardı.
Bunun üzerine şehirli köye gitmek için yol hazırlığı yapmaya başladı. Eşyalarını katırlara yükleyip çoluk çocuğu ile neşeli bir hal­de yola koyuldu. Kendi kendilerine:
-  Gittiğimiz yer güzel bir çayırlık, çimenlik, diyorlardı, orada sevdiğimiz cömert bir dostumuz da var. Uzun kışın azığını orada tedarik eder şehre döneriz. Hatta dostumuz bağını bile bize bağışlar.
Gündüz güneş yüzlerini yakıyor, gece yıldızlarla yol buluyorlar­dı. Fakat köyün hayaliyle köy onlara güzelleşiyor, cennet gibi görü­nüyordu. Böylece gidip duruyorlardı. Köye doğru uçan bir kuş görseler sabırsızlanıyor, köyden gelen bir adam görseler heyecanlanıyorlardı.                                                                                        
Sonunda bir köye geldiler, fakat o köylününki değildi, başka bir yola saptılar. Böylece bir aya yakın köyden köye dolaştılar, çünkü yolu iyi bilmiyorlardı. Nihayet bir ay sonra kendileri perişan, hay­vanları yemsiz bir halde o köyü buldular. Köylünün evini sordular, akraba gibi kapısına koştular.
Köylünün evindekiler onlara kapıyı kapadılar, şehirli bu davra­nıştan dolayı çılgına döndü. Tam beş gün, geceleri soğuktan üşüye­rek, gündüzleri sıcaktan yanarak kapıda beklediler. Zaruretten, aç­lık ve susuzluktan dolayı arada bekliyorlardı. Şehirli köylüyü gör­dükçe:
- Ben falan kişiyim, adım da şu, diyordu.
- Olabilir, diyordu köylü, fakat sen kimsin, nesin, nasıl bir adamsın, ne bileyim! Belki kötü bir adamsın, belki temiz.
- Soframdan yemek yiyip durmadın mı?! Ben o adam değil mi­yim?! Filanca gün sana şunu ikram etmemiş miydim?! Aylarca bana konuk olmaz mıydın?! Sayısız ikram ve ihsanımı görmedin mi?!
- Saçma sapan ne konuşup duruyorsun? Ne seni tanıyorum, ne yerini! Ben gece gündüz Allah'ın işlerine dalmış gitmiş, hayran kalmış biriyim. Gönlümde Allah'tan başka bir şey yok. Kendi varlığım­dan bile haberim yok.
Beşinci gece gökyüzü bulutlarla örtüldü. Bardaktan
boşanırcasına bir yağmur başladı. Çaresiz kalan şehirli köylünün kapısının hal­kasını dövmeye başladı:                                                                           
- Ev sahibi çağırın, diye bağırdı.                                                    
Köylü, yüzlerce ısrardan sonra kapıya geldi:
- Ne var, dedi.
- Beş günde gündüz sıcaktan yanarak, gece soğuktan donarak beş yıllık zahmet çektim. Bunca haktan vazgeçtim, hiç olmazsa şu yağışlı gecede bize bir yer göster.
- Orada bağcının oku ve yayıyla kurtları beklerken sığındığı bir  yer var, sen de o zahmeti çekebilirsen git kal!                               
- O oku, yayı ver bana, ben kurtları beklerim. Yeter ki bizi yağ­murda çamurda bırakma.
Şehirli ve ailesi o daracık yere sığındılar. Selden mağaraya sığın­mış çekirgeler gibi adeta üst üste binmişlerdi. Şehirli bütün gece elinde ok ve yayla etrafta kurt araştırmaktaydı. Halbuki onlara mu­sallat olan sivrisineklerle pireler kurttan daha beterdi, fakat kurt korkusundan onlar akıllarına bile gelmiyordu. Kurt gelir de bir zarar verirse köylü şehirlinin saçını sakalını yolardı. Derken bir tepe­den saldırıp gelmekte olan bir kurt karaltısı göründü. Şehirli bir ok  attı, hayvanı vurdu. Hayvan düşerken bir yellendi, köylü bunu du­yup:
- Eyvah, dedi, eşeğimin sıpasını vurdun.
- Yok, dedi şehirli, dev bir kurt.
- Hayır, yellendi ya, tanıdım ben. Onun yellenmesini tanırım.
- Vakit gece, insan geceleyin iyi göremez. Hele bu gece hem ka­ranlık, hem bulut var, hem de şiddetli yağmur. Bu üç karanlık insa­nı yanıltır.
- Hayır, bu yellenme benim eşeğimin sıpasının yellenmesi.
Bunun üzerine şehirli köylünün yakasına yapıştı:
- Ey hilekâr, dedi, bu üç karanlık içinde eşeğin yellenmesini ta­nıyorsun da beni nasıl tanımıyorsun?! Gece yarısı eşek sıpasını tanı­yan adam, gündüz dostunu nasıl tanımaz?! "Benim kendimden bile haberim yok, gönlüme Allah'tan başka bir şey sığmıyor ki" diyor­dun, ama eşek sıpasının yellenmesi seni böyle rüsvay etti.

Mevlana'dan Hikayeler Blog

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Şehzade gerçek aşkı nasıl buldu?

Mevlana'dan Öğütler ve Nasihatler

Başımıza ne geliyorsa...