Öldüren Mescid



Rey şehri kenarında bir mescit vardı. Orada yatıp geceleyen her­kes korkudan ödü patlayarak ölmüştü. Orada geceleyen nice aç, çıp­lak ve garip, sabahleyin mezara gitmişlerdi. Kimisi şöyle diyordu:
- Orada kuvvetli cinler var, kim konaklarsa öldürüyorlar. Bazıları da mescitte sihir olduğunu söylüyorlardı. Bazı kimseler de kapısına:
- Ey konuk, burada kalma, diye yazmışlardı. Canına kastın yok­sa burada geceleme, burada yatıp uyuma.
Birçokları da geceleyin mescidin kapısının kilitlenmesini, böyle­ce içeriye kimsenin sokulmamasını istiyordu.

Bir gece geç vakit mescide bir konuk geldi. Mescidin o kötü ününü duymuş, bir tecrübe etmek istemişti. Çünkü hem yiğit ve korkusuzdu, hem de canından bezmişti. Halk:
- Sakın burada geceleme, diye öğüt verdi, yoksa canın elden gi­der. Sen yabancısın, bilmezsin, burada kim yatıp uyuduysa mahvol­du. Bu bir tesadüf değil, hepimizin bildiği sınanmış bir gerçek. Bu­rada ölenleri gördük, birisinden duyup da rivayet ediyor değiliz. Biz sana dostça nasihat ediyoruz.
- Ey öğüt verenler, dedi genç, ben yaptığımdan pişman değilim. Hayata doydum, ölümünü arayan bir tembelim ben. Kuşa kafesten uçmak nasıl hoş, nasıl tatlı geliyorsa, bana da ölmek, bu yurttan göçmek öyle tatlı geliyor.                                                                    
- Kahramanlık taslama, diye karşılık verdiler gence, yürü git, bu sevdadan vazgeç de elbisen de, bedenin de bu mescitte rehin kalma­sın. Nice kişiler vardır ki kasılır, böbürlenir, ama elem ve ıstırap za­manında tutunacak dal arar. Bizi töhmet altında bırakma. Sonra ya­rın biri çıkar, "Onu zalimin biri boğdu, mescidi de bahane etti" di­yebilir. Kendini de vebale sokma, bizi de.
- Dostlar, dedi genç, ben Hz. İsmail'e mensup olanlardanım, öl­dürülmemden çekinmem. Bu mescit bana Kerbela olsa gene aldırış etmem.
Genç, bütün öğütlere rağmen mescitte kaldı. Yanını yere koyup uyudu. Gece yansı korkunç bir ses duydu:
- Ey fayda arayan, geleyim mi, geleyim mi?
Bu şiddetli ses tam beş kere tekrarlandı. Duyanların korkudan ödü patlıyor, paramparça oluyordu. Genç konuk, sesi duyunca hiç aldırış etmedi. Sonra yerinden fırlayıp bağırdı:
- İşte buradayım, ersen gel!
Bunun üzerine mescitteki tılsım bozuldu, her taraftan altın dö­külmeye başladı. O kadar çok altın döküldü ki, genç, onlardan kapının açılmayacağından korktu. Ondan sonra kalktı, seher çağına kadar o altınları dışarı taşımak için uğraştı. Götürdüğü altınları gömmekte, sonra yine gelip kalanları dışarıya taşımaktaydı.
Sen bunu, altına tapanlar gibi zahir altın sanma, bu, üzerine Al­lah'ın adı basılmış hakiki altındır. Bu dünyadan vazgeç de, o alana ulaş.



 Mevlana'dan Hikayeler Blog

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Şehzade gerçek aşkı nasıl buldu?

Mevlana'dan Öğütler ve Nasihatler

Başımıza ne geliyorsa...