Hz. Musa (a.s.)'ın Doğumu



Firavun'un emrinde binlerce müneccim, rüya tabircisi ve büyü­cü vardı. Rüyasında Hz. Musa'nın doğacağını ve saltanatını mahve­deceğini görmüştü. Tabircilerle müneccimlere:
- Bu kötü rüyanın gösterdiği şeyden nasıl kurtulabilirim, dedi.
Hepsi de şu karşılığı verdi:                                                                
- Çocuğun doğmasına mani olalım.                                                  
Ana rahmine düşme gecesi gelince Firavun'un adamları şu çare­yi uygun gördüler. O gün İsrailoğullarını erkenden meydana, Fira­vun'un huzuruna götürecekler ve şu ilanı yaptıracaklardı:
- Ey İsrailoğulları, haydi, Firavun sizi falan yerde huzuruna ka­bul edecek. Size yüzünü gösterecek, ihsanda bulunacak.
Esirler Firavun'a hiç yaklaşamazlardı, çünkü onu görmeleri yasaktı. Hatta yolda Firavun'a rastlasalar, onun geldiğini bildiren münadilerin sesini duyunca yüzüstü yere kapanmaları emredilmişti. Şa­yet yüzünü görürse suçlu sayılır, en kötü cezalara çarptırılırdı. İsra­iloğulları da Firavun'un yüzünü merak eder, görmeyi çok isterlerdi.
Bu planı uyguladılar. Münadiler şu duyuruyu yaptı:

- Ey esirler, meydana toplanın. Firavun size yüzünü gösterecek, ihsanlarda bulunacak.
İsrailoğulları bu müjdeyi duyunca hileye inandılar, süslenip püslenip sabah erkenden coşkuyla koştular. Firavun da onlara yüzü­nü gösterdi, ihsanlarda bulundu. Sonra da:
- Bu gece hepiniz bu meydanda kalın, burada yatıp uyuyun, de­di.
- Ne dilersen yaparız, dediler, istersen bir ay bile kalırız. Firavun geceleyin:
- Bu gece ana rahmine düşme gecesi, fakat hepsi de hanımların­dan ayrı, diye sevinerek oradan ayrıldı. Haznedarı İmran da yanın­daydı, onunla konuşa konuşa sarayına döndü. Firavun:
- İmran, bu gece sen de burada yat, hanımının yanına git­me, dedi.
- Peki, dedi İmran.
İmran da İsrailoğullarındandı fakat Firavun'un en güvendiği adamlardandı. Firavun gitti, İmran da orada yatıp uyudu. Gece yarısından sonra karısı onu görmeye geldi. Üstüne kapandı, gece yarısı onu uykudan uyandırdı. Böylece İmran kendisini tutamadı ve ema­neti ona verdi. Dedi ki:
-  Kadın, bu küçük bir iş değil. Sakın bunu kimseye söyleme. Gizle ki sana da bana da yüzlerce gam ve keder gelmesin.                     
Tam o sırada meydandaki halk naralar atmaya başladı. Firavun gece yarısı gelen bu naralardan dehşete kapılıp
sıçradı, gürültünün ne olduğunu anlamak için yalınayak koştu. Gürültülerin ne olduğunu anlamak istiyordu. İmran:
- Firavun'un ömrü uzun olsun, dedi, İsrailoğulları ihsanlarınıza seviniyor, sevinçlerinden el çırpıyorlar.
- Olabilir, fakat beni bir endişe kapladı, dedi Firavun, bu gürül­tü asabımı bozdu.
Firavun bütün gece endişe içinde yatağında kıvrandı durdu. Sa­bah olunca İmran'a:
- Git de o gürültünün sebebini öğren, dedi. İmran meydana koşup:
- Bu gürültü patırtı neydi, Firavun uyuyamadı, dedi.
O böyle deyince müneccimler yaslılar gibi başı açık, yeni yakası yırtık bir halde toprağı öptü. Saçlarını sakallarını yoluyor, yüzlerine vuruyorlardı. Gözleri kanlı yaşlarla doluydu.
- Bu ne hal, dedi İmran, niye feryat ediyorsunuz? Özürler dileyerek dediler ki:
- Her çareye başvurduk, fakat Firavun'un talihi karardı, düşma­nı dünyaya geldi, galip oldu. Geceleyin gökyüzünde o çocuğun yıldızı göründü. Onun yıldızı gökte görününce biz de ağlamaya başla­dık. İmran içinden sevindi, fakat zahiren elini başına vurup:
- Eyvah, dedi.
Suratı bir karış, öfkeli bir halde deliler gibi müneccimlerin üze­rine yürüyüp onlara ağır sözler söyledi. Sevincini gizliyor, kendini meyus ve mahzun gösteriyordu. 
- Firavun'u aldattınız, diyordu, ihanet ettiniz. Onu bu meydana kadar getirip şerefini hiçe saydınız.
Firavun da bunu duyunca:
- Hainler, dedi, sizi asayım da görün. Kendimizi gülünç hallere düşürdük, düşmanlarımıza ihsanlarda bulunduk, zarar ettik. Bu ge­ce İsrailoğulları hanımlarından ayrı kaldı diye mal da gitti, şeref de. Yıllardır paralar, elbiseler alıyor, ülkenin servetini yiyip duruyorsunuz, bu mu sizin yıldız bilginiz! Sizin yiyip içtiklerinizi fitil fitil bur­nunuzdan getiririm.                                           
- Hükümdarımız, dedi müneccimler, yıllardır nice belalar defet­tik. Bu sefer tedbirimiz işe yaramadı, düşmanın ana rahmine düştü. Fakat biz de doğum gününe dikkat ederiz. Doğacağı günü hesapla­yacak, gözleyeceğiz. Ey hükümdar, bunu da yapamazsak bizi öldür.
Firavun dokuz ayı gün gün saymaya başladı. Dokuz ay sonra yi­ne tahtını meydana kurdurup münadilere duyurular yaptırdı:
- İsrailoğullarının bütün kadınları çocuklarıyla meydana gelsin­ler, diye bağırdı tellallar, bundan önce erkekler ihsanlara nail oldu­lar. Şimdi sıra kadınlarda. Bu ay doğan çocuklar daha büyük ihsan­lara nail olacaklar.
Bunu duyan kadınlar sevindiler, çocuklarıyla meydana koştular. Yeni doğurmuş olan her kadın hileden habersiz meydana geldi. Ka­dınların hepsi toplanınca erkek çocukları analarının kucaklarından aldılar, başlarını kestiler.
İmran'ın karısı meydana gitmemişti. Firavun evlere de denetçi ebeler gönderdi. Ebeler İmran'ın karısının durumunu öğrendiler.
Bunun üzerine memurlar eve gitti. İmran'ın karısı Allah'ın ilhamıyla Hz. Musa'yı tandıra attı. Ateş Musa a.s.'ı yakmadı. Çocuğu bula­mayan memurlar ümitsizlik içinde çekilip gittiler. Fakat koyucular işi anlayıp, Firavun'dan para koparmak için memurlara durumu an­lattılar.
- Gidip evin penceresinden içeriye bir bakın, dediler.
Hz. Musa'nın anasına yine ilham olundu:                                        
- Çocuğunu suya at, denildi, Nil'e at, korkma, sana kavuşturu­lacak.
Bunun sonucunda Hz. Musa, Firavun'un sarayında himaye altı­na alındı. O dışarıda binlerce çocuk öldürüyor, Hz. Musa ise onun sarayında baş köşede yetiştiriliyordu.                                                   


 Mevlana'dan Hikayeler Blog

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mevlana'dan Öğütler ve Nasihatler

Şehzade gerçek aşkı nasıl buldu?

Başımıza ne geliyorsa...