Buharalı Köle




Buhara'da Sadr-ı Cihan'ın kölesi bir ithama maruz kaldı, mevki­inden düştü ve kaçmaya mecbur oldu. Tam on yıl Horasan, Kuhistan ve Deşt'te başıboş bir halde gezdi, dolaştı. On yıl sonra hasret ga­lip geldi, sabrı tükendi. Sadr-ı Cihan'dan ayrılığa tahammülü kalma­dı, Buhara'ya dönmeye karar verdi. Bir dostu ona şöyle dedi:
- Ey gafil, aklın varsa işin sonunu düşün. Kelebek gibi kendini ateşe atma. Delicesine Buhara'ya gidersen zincire vurulmaya, zinda­na atılmaya layıksın demektir. Sadr-ı Cihan sana kızgın, dişlerini gı­cırdatıyor, seni yirmi gözle bekliyor. Senin için bıçak bileyip duru­yor. Allah sana bir fırsat verdi, kurtuldun, şimdi de zindana mı gidi­yorsun?

- Ey nasihatçi, dedi köle, sus. Vazgeç bu öğütten. Beni ölümle korkutma, ben kendi kanıma susamış biriyim zaten.
Köle hasretle Buhara'ya doğru yola koyuldu, iştiyakından çölün kumları ona ipek gibi, gül bahçesi gibi geliyordu. Uzaktan Buhara'yı görünce yere yığıldı, uzun bir süre kendinden geçti. Sonra kalkıp se­vinç içinde Buhara'ya girdi. Onu Buhara'da her gören:
- Burada durma, diyordu, hemen bir tarafa kaç. Padişah gazap etmiş, tam on yıllık öcünü almak için seni arayıp duruyor. Sadr-ı Cihan'a ihanet ettin, cezasından da kaçtın. Kurtulduğun halde şimdi nasıl oldu da geldin? Beladan kurtulmuştun, seni buraya aptallığın mı getirdi, yoksa ecelin mi?
-  Ben susuzluk hastalığına tutulmuş biriyim, dedi köle, suyun beni öldüreceğini de biliyorum. Ama bu hastalığa tutulan sudan ka­çamaz ki. Hileye saptığım, Sadr-ı Cihan'ın yapmak istediği şeye ma­ni olduğum, hışmından kaçtığım için pişmanım. Özür dilemek için kendimi feda ediyorum.
Öte yandan Sadr-ı Cihan da kölenin gelmesini ister haldeydi. Fa­kat onu çağırmayı gururuna yediremiyordu. Merhamete gelmişti, fa­kat saltanat bu lütfa mani oluyordu.
Köle, yerlere sürünüp ağlayarak Sadr-ı Cihan'ın bulunduğu yere gitti. Ahı göklere yükseliyordu. Herkes, onu yakılacak mı, ası­lacak mı diye merak içinde bekliyordu. Fakat Sadr-ı Cihan'ın gönlüne merhamet gelmişti, içinde affetme denizi dalgalanmaya başladı. Sadr-ı Cihan'ı gören kölenin beti benzi sararmış, yere yığılıvermişti. Yüzüne gül suları serptiler, yanında buhurlar yaktılar, fakat nafile. Sesi soluğu çıkmıyordu. Sadr-ı Cihan, onun safran gibi sararmış yü­zünü görünce atından inip yanına gitti. Kölenin kulağına eğilip:
- Ey yoksul, dedi, eteğini aç, altın saçmaya geldim.
Sonra kölenin elini tuttu, köle yavaş yavaş kendine gelmeye başladı.  
- Ey cihan padişahı, dedi, senin hizmetinden ayrıldıktan sonra nelere uğradım bir bilsen. Söylemekle ağlamak arasında mütereddi-tim. Söylesem ağlayamam, ağlasam söyleyemem.
Köle bunları söyleyip ağlamaya başladı. Onu görenler de ağla­maya başladılar. Ağlama ve hıçkırık seslerini duyan Buharalılar ora­ya toplandılar. Herkes köleyle beraber ağlıyordu.                              
Doğru sözlü, doğru özlü aşıka yol gösteren aşktır. Hakikat Şarabını aşk kaynatır, coşturur. Aşkı örtmek, ateşi yün ve pamuk içinde gizlemeye benzer, ne kadar örtsen meydana çıkar.


 Mevlana'dan Hikayeler Blog

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Şehzade gerçek aşkı nasıl buldu?

Mevlana'dan Öğütler ve Nasihatler

Başımıza ne geliyorsa...