Çok önceleri bir halife vardı.
Cömertlikte Hatem-i Tai'yi geçmişti, ihsan ve adalet bayrağını yükseltmiş,
dünyadan yoksulluğu ve muhtaçlığı kaldırmıştı. Kapısı, hacet kıblesiydi.
Cömertliği her yerde duyulmuştu. Her ülke halkı onun cömertliğinden şaşkınlığa
düşmüştü.
O devirde yaşayan bir bedevi
karısı, bir gece kocasına şöyle dedi:
- Bütün bu yoksulluğu sadece
biz çekiyoruz. Herkesin ömrü şen şakrak geçiyor. Yalnız biz kötü durumdayız.
Ekmeğimiz yok, katığımız ise dert ve haset. Testimiz yok, suyumuz gözyaşı.
Gündüz elbisemiz güneş ışığı, geceleyin döşek ve yorganımız ay aydınlığı. Açlığımızdan
geceleyin parlayan ayı ekmek sanıp elimizi uzatıyoruz. Yoksullar bile bizim
fakirliğimizden utanıyorlar. Arab'ın iftiharı savaş ve cömertliktir. Biz
savaşsız öldürülmüşüz. Cömertliğe gelince, yoksulluğun etrafında ağ örüp, uçan
sineğin damarını sokup kanını emmekteyiz. Bize bir misafir gelsin de gör, gece
uyuyunca elbisesini soymazsam insan değilim!
Kocası şöyle cevap verdi:
- Daha ne zamana kadar servet ve gelir isteyip duracaksın? Zaten
ömrümüzden ne kaldı ki? Çoğu gitti. Akıllı kişi fazlaya noksana bakmaz, çünkü
ikisi de sel gibi geçip gider. Bu alemde nice canlı geçinip gitmekte, rızkını
Allah'tan bekleyip haline şükretmektedir. Tatlı yaşayan sonunda acı ölür.
Gençken daha kanaatkardın, şimdi altın istiyorsun. Halbuki sen önceden altın
idin. Sen eşimsin, işlerin yürümesi için eşlerin aynı huyda olması gerekir.
Ayakkabı çiftine bir bak, teki ayağa dar gelirse ikisi de işe yaramaz. Kapı
kanadının biri büyük, biri küçük olmaz. Ben kanaat yolunda gidiyorum, sen
neden hırs yolunu tutuyorsun?
Adam sabaha kadar karısına
ihlasla ve yanık yürekle bu yolda sözler söyledi, nasihatler etti. Fakat kadın
inatla bağırmaya başladı:
- Ey namustan başka nesnesi
olmayan, dedi, bunları bana daha fazla anlatma! Bu tumturaklı sözleri bırak da
kendi haline bak, utan! Kibir çirkindir ama fakirlerde daha çirkindir. Senin
kanaatten bildiğin sadece bir ad.
Kadın bu kabil sözlerini
uzattı. Bedevi dedi ki:
- Ey kadın, fakirlik benim
için iftihardır, başıma kakma! Mal ve para baştaki külah gibidir, onu ancak
keller giyer. Güzel saçları olansa, külahının gitmesi onu üzmez. Zengin
kulağına kadar ayıba batmıştır, fakat malı ayıbını örter. Tamahkârlar tamahları
yüzünden zenginin ayıbını görmezler. Yoksulluk senin anlayacağın şey değildir,
onu küçümseme! Allahu Teala adildir, yoksulların mal ve mülkten öte rızıkları
vardır. Allah Resulü (s.a.s.)'in "Fakirlik övüncümdür" hadisini hiç
duymadın mı?! Ey kadın, yoksulluğa sabret, bu gam ve kederi bırak! Dünya en
değerli incilerle dolu olsa, nasibin yoksa ben ne yapayım? Kavgayı bırak,
kavgayı bırakmayacaksan beni bırak! Gönlüm değil kavgadan, barıştan bile
ürkmekte. Susarsan ne iyi, yoksa hemen kalkar, evi barkı bırakır giderim.
Kadın, bedevinin öfkelendiğini
görünce ağlamaya başladı. Zaten ağlamak kadınların tuzağıdır. Kocasının hoşuna
gidecek sözler söylemeye başladı:
- Ben senden bunu beklemezdim, dedi, ben senin
karın değil, ayağının toprağıyım. Yoksulluğa sabredemiyorsam bu da kendim için
değil, senin için. Senin muhtaç durumda olmanı istemiyorum. Canım sana kurban,
fakat sen hakkımda böyle kötü düşününce canımdan usandım. Eskiden put gibi
güzeldim, sen de karşımda puta tapan şaman gibiydin. Şimdi ise acı ayrılıktan
söz ediyorsun, ne yaparsan yap, bunu yapma!
Kadın bir taraftan bunları
söylüyor, bir taraftan da ağlıyordu. Kadının gözyaşı yağmurundan bir adeta bir
yıldırım zuhur etti, ondan kocasının gönlüne bir kıvılcım sıçradı. Bedevi
söylediklerine pişman oldu. Kendi kendine:
- Cananıma nasıl oldu da bunu
yaptım, dedi. Karısından özür diledi:
- Ey kadın, sana karşı
suçluyum, kusurumu affet, dedi.
Kadınla kocasını, nefsinle
aklın bil. Bu ikisi gece gündüz savaştadır. Kadın ya da nefis durmadan evin
ihtiyaçlarını sayar döker. Evin şerefim, eve lazım olan ekmeği, yüceliği ister
durur. Nefis, kadın gibi gah yüksek perdeden konuşur, gah alttan alır, tevazu
gösterir, her şeye bir kulp takar. Akıl ise ancak Allah'ı düşünür.
Bedevi Arap karısına:
- Ayrılıktan vazgeçtim, dedi,
emrine tabiyim, söyle, ne istersen yapayım. Çünkü seni seviyorum.
Sevgi insanı kör ve sağır
eder, denilmiştir.
- Gerçekten beni seviyor
musun, yoksa ağzımı mı arıyorsun, diye sordu kadın.
Kocası dedi ki:
- Gizlilikleri bilen ve Adem (a.s.)'ı
yaratan Allah hakkı için seni seviyorum. Bu söz bir sınama değil, inanmıyorsan
bu sınamamı sına, gücümün yettiğini benden iste! Gönlündekini benden gizleme
ki benim gönlümdeki de açığa çıksın!
- Halife cihana bir güneş gibi
doğmuş bulunuyor. Bağdat şehri, onun sayesinde bahar gibi olmuş. O padişaha
ulaşabilirsen padişah olursun.
- Ben halifenin huzuruna nasıl
giderim, dedi, bir bahanesiz yanına nasıl kabul olunurum. Hiçbir sanat aletsiz
meydana geliyor mu?
Kadın cevap verdi:
- Kerem sahibi padişah meydana
çıkıp halka kendisini gösterince vesileden mahrum oluşun vesilenin kendisi
olur. Çünkü vasıta ve alet, benlik davasında bulunmaktır. Asıl hüner
alçalmadadır.
- Müflisliğime bir delil gerek, dedi adam, ki
halife merhamete gelsin.
- Testimizde yağmur suyu var,
dedi kadın, bütün servetin bundan ibaret. Onu halifeye armağan götür.
Padişahın hazinesi kıymetli elbiselerle doluysa da bunun gibi bir suyu yoktur.
Bu su az bulunur.
Bedevi, kimin böyle bir
hediyesi var, diye düşündü. Bu armağanın halifeye layık olduğunu düşünerek
gururlanıyordu. Kadın da, Bağdat kenarında şeker gibi Dicle'nin deniz gibi akıp
durduğundan habersizdi. Arap, karısına:
- Testinin ağzını kapa, dedi,
keçeye sarıp sarmala. Halife orucunu armağanımızla açsın. Çünkü dünyada bunun
gibi tatlı su yoktur. Onlar acı ve tuzlu suları içmekten daima
hastadırlar.
Bedevi, testiyi alıp yola
koyuldu. Gece gündüz onu taşıyordu. Testiye bir zarar gelecek diye ödü kopuyor,
korkusundan titriyordu. Kadın da evde seccadesinde dua ediyordu:
- Ya Rabbi, diye niyaz
ediyordu, suyumuzu aşağılık insanlardan koru. Bu inciyi o denize ulaştır,
incinin binlerce düşmanı olur.
Arap, testiyi hırsızlara
çaldırmadan, yere düşürüp kırmadan durup dinlenmeksizin yürüdü, Bağdat'a
ulaştı.
Orada herkese açık bir kapı
gördü ki, başvuran ihsan ve nimete nail oluyor. Müslüman olsun kâfir olsun kim
gelse haceti görülüyor, isteği yerine getiriliyor. Bir topluluk hizmete hazır
bekliyor, bir başka topluluk ihsanlara gark olmuş. Kapıdan:
- Ey istek sahipleri, gelin,
diye nida edildiğini duydu. Kapıcılar, bedeviyi karşılayıp üzerine lütuf
gülsuyunu döktüler.
O söylemeden ihtiyacını
anladılar, onların işi istetmeden ihsanda bulunmaktı. Ona:
- Ey asil Arap, dediler,
nereden geliyorsun, nerelisin?
- Siz bana değer verirseniz
asilim, dedi bedevi, önemsemezseniz asaletim yok. Ben bir garibim, halifenin
ihsanını umarak çöllerden geldim. Ben bu kapıya ekmek ümidiyle hediye olarak su
getirdim, fakat sizin yüzünüzü görmek bana yetti. Bu armağanı o padişaha
götürün, beni ihtiyaçtan kurtarın! Bu tatlı ve lezzetli su, yağmur sularından
oluşan gölden alınmıştır. Testi de yepyeni ve güzel.
Halifenin adamları gülmemek
için kendilerini zor tuttular. Fakat o armağanı değerli bilip aldılar. Çünkü
halifenin güzel huyu onlara da sirayet etmişti. Padişahların huyu halka tesir
eder.
Halife bedevinin durumunu
duyunca o testiyi altınla doldurttu, ayrıca başka ihsanlarda da bulundu.
Armağanlar, elbiseler verdi. Adamlarından birine de:
- Bu testiyi ona ver, dönerken
de onu Dicle yoluyla götür. Çöl yolundan gelmiş, fakat Dicle yolu memleketine
daha yakın.
Bedevi Dicle'yi görüp gemiye
binince utancından iki büklüm oldu. Kendi kendisine:
- O cömert padişahın ihsanlarına
şaştım, dedi, o suyu almış olması daha da şaşılacak şey. O cömertlik deryası
böyle hakir ve değersiz armağanı nasıl oldu da kabul etti?
Allahu Teala'nın ihsanları
yanında, bizim ona sunduğumuz testiler nedir ki!
Yorumlar
Yorum Gönder