Dekûki Ve Kerametleri



Dekûki, iyi bir hale sahip, aşık ve keramet sahibi bir zattı.
Yer yüzünde gökteki ay gibi seyreder dururdu. Gece yolcularının gönülleri, onunla aydınlanır, nurlanırdı. Bir yerde az otururdu, bir köyde iki günden fazla kalmazdı.
“Bir evde, iki günden fazla otursam kalbimde oranın sevgisi alevlenir. Eve barka mağrur olmaktan çekinir, haydi ey nefis, zenginleşmek, bir şey elde etmek için sefere düş derim; imtihanda muvaffak olması için kalbimi hiç bir yere alıştırmam.” derdi.
Gündüzleri yol yürür, sefer eder, geceleri ibadette bulunur, namaz kılardı. Halktan çekilmişti, fakat huyunun kötülüğünden değildi, bu. Halka şefkat gösterirdi, su gibi faydalıydı. Duası da Allah tarafından kabul edilirdi.
Dekûki, fetvada adeta halkın imamıydı, takvada tapunu meleklerden bile çelmişti. Buna rağmen yine de Allah’ın has kullarını arardı. Zaten seferden asıl maksadı da buydu. Yola düştü mü: 
“Ya Rabbi, beni haslarından birisine ulaştır, ona arkadaş et.” diye dua ederdi. Bu onun daha çok hakikat elde etme arzusundan ileri geliyordu. Bunun için durmadan geziyordu. Kendisi bir yolculuğunu şöyle anlatır:
“Bir gün sevgilinin nurlarını insanda görmeye iştiyakı arttı. Katrede Bahr-i Muhiti; zerrede güneşi görme arzusuna düştüm. Gide gide bir deniz kıyısına vardım. Vakit gecikmiş, akşam olmuştu. Ansızın sahilde yedi mum gördüm, onların bulunduğu yere doğru koşmaya başladım. Mumların nuru gökyüzüne kadar vurmuştu. Bense hayretlere dalmıştım. Çünkü bu mumları ben görüyordum, ama halk görmüyordu. ‘Allah, doğru yolu dilediğine gösteriyor sahiden’, diyordum. Bir de baktım, yedi mum ışığı gökyüzünü delen bir tek mum haline dönüştü.
O mumlar, ulu Rabbin nice nişaneleridir, diye koşa koşa gidiyordum. Birde baktım ki o yedi mum bir mum oldu. Sonra tekrar yedi mum haline geldi. O mumların birleşip ayrılmasını diller anlatamaz. Bu haller beni yordu, baygın bir şekilde yere serildim. Sonra tekrar kendime gelip yola düştüm. Birde baktım ki, yedi mum nurlu yedi adam olmuş. Yedi adam bu sefer yedi ağaç şekline girdi. Yapraklarının çokluğundan dalları, meyvelerinin çokluğundan da yaprakları görülmemekteydi. Olgunluktan yarılan meyvelerinden nurlar fışkırmaktaydı. Ancak şaşılacak şuydu ki oralardaki yüzlerce adam geçmesine rağmen kimse bunları görmemekteydi.
Ben yine yürüdüm. Baktım ki yedi ağaç bir ağaç oluvermiş. Sonra bir ağaç yedi ağaç haline dönüştü, derken bir de ne göreyim, ağaçlar yedi adam olmuş, saf bağlayıp namaza durmuşlar. Ben varıp selam verdim. Beni tanıdılar ve imam olup kendilerine namaz kıldırmam için öne geçmemi istediler. Onlara sabah namazı kıldırmak için imam oldum.”
Dekûki, onlara namaz kıldırırken “imdat!” sesleri duydu. Ansızın gözüne bir gemi ilişti. Gemi dalgalara düşmüş, belalara (fırtınaya) tutulmuş, perişan bir halde idi. Gemideki kafir, mülhid hepsi imanâ gelmiş Allah’a yalvarıyorlardı. Dekûki bu perişanlığı görünce göz yaşları dökerek, Cenab-ı Hakk’a bu kullarını kurtarması için niyaza başladı. Bu niyaz ve dua neticesinde gemi kurtuldu. Ama Dekûki’nin arkasında namaza duranlar, bu çeşit namaz kıldırmanın manâsını anlayamadılar da birbirleriyle fısıldaşmaya ve “Bu ne biçim namaz kıldırış böyle? Galiba imamımız üzerine lazım gelmeyen bir işe karıştı.” demeye başladılar.
Dekûki namazı bitirip “arkamdakiler, ne diyor?” diye geriye dönünce arkasında kimseyi göremedi. Bulmuşken kaybetmenin üzüntüsünü yaşadı.
İnsan hayatı arayışlarla doludur. Bulmak için aramak gerekir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mevlana'dan Öğütler ve Nasihatler

Şehzade gerçek aşkı nasıl buldu?

Başımıza ne geliyorsa...