Bir Öğretmenin Hikayesi



Bir mektebin öğrencileri hocalarından bıkmışlar, çalışıp çabalamadan usanmışlardı. Ne yapıp yaparak bir iş becermek, bu sûretle de muallimi derde düşürmek için birbirleriyle görüşüp danıştılar.
“Hoca hiç hastalanmıyor ki bir kaç günceğiz olsun mektebe gelmesin de rahat kalalım. Bir hapisten, bu darlıktan, bu çalışıp çabalamaktan kurtulalım. Adam, mermer kaya gibi yerinde durup duruyor” dediler.
İçlerinden en zekileri bir tedbir düşündü:
“Hocam nasılsın, neden böyle benzin sararmış? Hayrola rengin kaçmış, senin. Bu ya hava çarpmasından veya sıtmadandır.” derim, ben. Hoca elbette bu sözden biraz olsun vehme düşer. Sizler de bu çeşit sözlerle bana yardımcı olursunuz. Mektebin kapısından içeri girer girmez: “Hayrola hocam, bu halin ne?” dersiniz Otuz çocuk hep aynı sözü peş peşe söylerse hocanın vehmi arttıkça artar ve iş olur, biter.” dedi.
Çocukların hepsi de,
“Aferin zeki çocuk, bahtın daima yaver olsun, Allah sana yardım etsin.” dediler.
Birleşip hiç birisinin bu kavilden, bu karardan dönmeyeceklerine ait kuvvetlice ahdettiler. Sonra o zeki çocuk içlerinden kimsenin bunu söylememesi için hepsine yemin ettirdi.
Ertesi gün oldu. Çocuklar bu düşünceyle mektebe geldiler. Hepsi de dışarıda bu fikri ortaya atan zeki çocuğu bekliyorlardı. Çünkü bu tedbirin kaynağı oydu. ‘Baş, daima ayağın reisidir, ayağı çekip götüren baştır.’
Çocuk geldi, hocaya selam verip:
“Hocam, hayrola, benzin sararmış.” dedi. Hoca:
“Hasta filan değilim, saçmalama. Geç yerine otur” dedi.
Dedi ama hatırına da bir vehim tozudur kondu, az bile olsa gönlüne bir endişedir, düştü. Derken öbür çocuk içeri girdi. O da öyle söyleyince vehmi arttıkça arttı. Her çocuk anı şeyi söyleyince kendisi de hasta olduğuna hükmetti.
Hoca vehimden, korkudan hastalandı. Yerinden sıçrayıp kalktı, kilimi başına örttü.
“Zaten bana sevgisi az, ben bu halde olduğum halde halimi sormadı, bile. Bana hasta olduğumu, rengimin solduğunu haber vermedi. Bana kastediyor, benden kurtulmaya çalışıyor.”diye karısına kızarak evine geldi ve kapıyı hışımla açtı. Çocuklarda ardından geliyorlardı. Karısı:
“Hayır ola, erken geldin. Allah esirgesin, başına kötü bir şey gelmesin de” dedi. Hoca karısına şöyle çıkıştı:
“Kör müsün sen? Bir benzime, bir halime baksana. Yabancılar bile derdimle dertlenirken sen evimin içinde bana düşmanlığından, bana karşı münafıklık edip yanıp yakıldığı mı görmüyor musun?”
Karısı:
“A hocam, senin bir şeyin yok. Bu endişeden, vehimden ibaret.” dediyse de laf anlatamadı. Ayna getirmek istediyse de hoca:
“Git, aynan da batsın, sen de bat. Zaten daima bana buğz etmede, daima bana kin gütmede, benimle inatlaşmadasın. Yatağı yay, yorganı getir. Ben yatayım, hele başım ağırlaştı.” dedi. Kadın biraz duraklayınca da:
“Hadi behey düşman, senin layığın bu laf, durmasana!” diye bağırdı.
Çocuklar yatağın yanında derslerine devam ediyorlardı. Yaptıkları oyunun kendilerini dersten kurtarmadığına hayıflanıyorlardı. O zeki çocuk:
“Arkadaşlar, dersinizi bağıra bağıra okuyun.” dedi. Hepsi birden  okumaya başlayınca da:
“Çocuklar, bizim bağırmamız hocaya fena gelir. Bu gürültü hocanın baş ağrısını fazlalaştırır. Bu dert, bir kuruşa değer mi?” dedi.
Hoca ise inleyerek yattığı yerden:
“Doğru söylüyor, başımın ağrısı fazlalaştı, haydi gidin” dedi. Çocuklarda dersten kurtuldular. Ama anneleri okuldan kaçtıklarını zannettiler. Çocuklar hocalarının hasta olduğunu söyleyince de durumu yoklamak için gittiklerinde hocayı kan ter içinde hasta yatar buldular.
İnsan bir işe ciddiyetle koyuldu mu hastalığını göremez, körleşir. Birilerinin onu uyarması lazımdır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mevlana'dan Öğütler ve Nasihatler

Şehzade gerçek aşkı nasıl buldu?

Başımıza ne geliyorsa...