Sûfinin Hayvanı
Sûfilerden biri seyahate
çıkmıştı, bir gece bir tekkeye misafir oldu. Merkebini ahıra bağladı, kendisi
de dostlarıyla sofanın baş köşesine geçti oturdu, murakabeye daldı. Tekkedeki
dervişlerin zikir ve murakabeleri sona erdikten sonra misafire yemek
getirdiler. O zaman konuğun aklına hayvanı geldi. Hizmetçiye:
- Ahıra git de eşeğe saman ve
arpa ver, dedi.
- La havle, diye cevap verdi
hizmetçi, bu nasıl söz! Ben işimi bilmiyor muyum?!
Arpayı önce ıslat, dedi sûfi,
çünkü eşek yaşlı, dişleri çürük.
- La havle, dedi hizmetçi
yine, ey büyük zat, bunu söylemene ne lüzum var, bu işleri herkes benden
öğreniyor.
- Önce semerini indir, sırtına
ilaç sür!
- La havle, senin gibi yüz
binlerce misafirim oldu benim, hepsi de buradan hoşnut ayrıldılar.
- Suyu da ılık olsun!
- La havle, beni küçük
düşürüyorsun, utandırıyorsun!
- Altını süpür de taş toprak
kalmasın. Yeri ıslaksa biraz kuru toprak serp!
- La havle, ey efendi,
"la havle" de! Arife tarif gerekmez.
- Merkebin sırtını tımar et!
- La havle, utan artık baba!
Hizmetçi böyle söyleyip
eteğini topladı ve beline sardı:
- İşte gidiyorum, dedi, önce
arpa ve saman getireyim.
Hizmetçi çıkıp gitti, fakat
çıkmasıyla ahırı unutması bir oldu. Birkaç işsiz güçsüzün yanına gitti çene
çalmaya, sûfinin sözleriyle alay edip gülmeye başladı. Bu arada sûfi de
yorgunluktan uyuklamaya başladı. Rüyasında eşeğini gördü. Bir kurda sataşıyor,
kurt da onu sırtından ve oyluğundan paralıyordu. Uyandı:
- La havle, dedi, bu nasıl
rüya, acaba o merhametli hizmetçi nerede kaldı?
Tekrar uykuya daldı. Bu defa
da eşeğinin yolda bazen bir kuyuya, bazen bir hendeğe düştüğünü gördü.
Hizmetçiden şüphelenmeye başladı:
- Bu hizmetçi benden ne kötülük gördü ki,
diyordu. Sonra da şöyle düşünüyordu:
- İnsan yılan ve akrebe ne
yaptı ki hep onu sokup öldürmek istiyorlar?! insanın yaratılışında haset
vardır.
Bu tür düşüncelerin ardından
da kendini suçluyordu:
- Niye kardeşim hakkında
suizanda bulunuyorum ki.. Sonra da kendi kendine şöyle düşünüyordu:
Bu suizan da tedbire
sarılmaktır ..
Sûfi bu tür vesveseler içinde
kıvrana dursun, öte yanda zavallı eşek taş toprak içinde, semeri ters dönmüş
halde, yorgun ve aç yatmaktaydı. Sabah olunca hizmetçi hemen gelip semeri
düzeltti, sonra da eşeğin sırtına birkaç sopa vurdu. Eşek sopanın şiddetinden
sıçrayıp kalktı.
Sûfi üzerine binip yola
çıkınca merkep ikide bir yere kapaklanmaya başladı. Her düşüşünde yolcular
başına üşüşüyor, ayağa kaldırıyorlardı. Onu hasta sandıkları için kimisi
kulağını buruyor, kimisi yara var mı diye ağzını yokluyor, kimisi ayağının
altında taş arıyor, kimisi de gözlerini inceliyordu. Sûfiye dediler ki:
- Ey derviş, dün bu eşeğin
sağlam ve kuvvetli olduğunu söylemiyor muydun, nedir bu hali?
- Geceleyin "La
havle" yiyen eşek, gündüz ancak böyle yol alır. Eşek gece tespih çekip
durursa gündüz de secde eder.
İnsanların çoğu insan
yiyicidir, onların "La havle"lerinden, selamlarından emin olma! Kötü
dostun güler yüzüne, hürmetine, hilesine kanma; tuzaklara dikkat et!
Kimsesizlik ve yalnızlık, adam olmayanların sahte hürmetinden iyidir.
Toprak bedenini kendine
yabancı bil! Miski tene sürme, gönle sür. Misk, Allahu Teala'nın adıdır; onun
adı sırf dilinde olmasın, gönlünde olsun!
Yorumlar
Yorum Gönder