Aslan Ve Kuyudaki Düşman
Güzel bir deredeki av hayvanları, aslanın korkusundan
perişan haldeydiler. Çünkü daima pusuya
yatıyor ve içlerinden birini avlıyordu. Bu yüzden, yaşadıkları otlak onlara
dar geliyordu.
Bir çare düşündüler, aslanın
yanına gelip:
-Ey aslan! biz sana her gün
yiyecek verelim. Sen de artık hiç av peşine düşme, böylece biz de rahat edelim
sen de..
Aslan:
-Oyuna getirilmeyecek olsam,
söylediğiniz doğru, ama ben ondan bundan
çok hile gördüm. Halkın yaptıklarından, ettikleri hilelerden perişan oldum.
Yılanlar, akrepler tarafından çok ısırıldım. Ben, "Mümin bir delikten iki
kere ısırılmaz" sözünü can u gönülden kabul ettim.
Buna karşılık hayvanlar
dediler ki:
- Korkup çekinmeyi bırak,
korkup çekinme kaderin hükümlerini geri çevirmez. En iyisi tevekkül etmektir.
Allah'tan bir zarar gelmemesi için kulun Hakk'ın hükmüne ölü gibi teslim
olması gerekir.
Aslan:
- Evet, dedi, tevekkül
kılavuzdur, fakat sebebe teşebbüs de Hz. Peygamber(S.A.S)'in sünnetidir. O,
"Önce deveni bağla, sonra tevekkül et!" buyurmuştur. Çalışan,
Allah'ın dostudur. Tevekkül, sebeplere tevessüle engel olmamalıdır.
Hayvanlar aslana şöyle cevap
verdiler:
- Çalışıp kazanmak, halkın inancının zayıflığından
doğar. Tevekkülden daha güzel bir kazanç yoktur.
Aslan:
- Öyle ama, dedi, Allahu Teala ayağımızın önüne bir
merdivenci, koydu. Dama basamak basamak çıkmak lazımdır. Ayağın var, nasıl olur
da topal gibi davranabilirsin; elin var, niçin pençeni saklarsın? Bir efendi
kölesinin eline beli verdiğinde, söylemeden isteği belli olur. Bel gibi olan el
de Allah'ın işaretlerindendir, işlerin sonunu düşünme özelliğimiz de öyledir.
Tevekkül ediyorsan çalışma konusunda tevekkül et. Kazan, sonra Allah'a dayan!
Hayvanlar hep birden bağırarak dediler ki:
- Kazanmak bir addan başka bir
şey değildir. Kulun çalışıp: çabalamasından, ezelde verilen kısmetten başkası
meydana gelmez.
Aslan şöyle cevap verdi:
- Doğru ama, peygamberlerin ve müminlerin
çalıştıklarını da unutmayın. Dünya, Allah'tan gafil olmaktır, çalışıp kazanmak
değil. Kumaş, elbise, para, ticaret yapmak ve kadın dünya değildir. Allah için
sarf edilmek üzere kazanılan mala Hz. Peygamber (S.A.S), "Ne güzel
mal!" demiştir. Su geminin içinde olursa onu batırır, altında olunca da
onun yürümesine yardım eder. Mal mülk sevgisini gönlünden çıkardığı için Hz.
Süleyman bütün saltanatına rağmen yoksul adını aldı. Çalışma da haktır, deva
da, dert de..
Aslan bu şekilde pek çok delil
getirdi. Tilki, geyik, tavşan ve çakal cebriye inancını terk edip konuşmayı
bıraktılar ve aslanla ahit-leştiler. Buna göre, her gün zahmetsizce aslanın
kısmeti verilecek, buna karşılık da aslan avlanmayacaktı.
Böylece, kime kura çıkarsa o
kendiliğinden aslana teslim olmaya başladı. Sonunda kuradan tavşan çıkınca o
dayanamayıp haykırdı:
- Ne zamana kadar sürecek bu
zulüm?!
Hayvanlar nasihat ettiler:
- Bugüne kadar herkes ahdine
vefa edip canını feda etti. Bizim adımızı kötüye çıkarma, yoksa aslan incinir.
Yürü git!
Tavşan:
- Dostlar, dedi. Bana izin verin de hilemle
hepinizi bu beladan kurtarayım. Hem canımız kurtulsun, hem de bu hile
çocuklarımıza miras kalsın.
- Ey eşek, diye cevap verdiler
hayvanlar ona, dinle! Tavşan olduğunu unutma, haddini aşma! Senden daha iyiler
bile böyle bir laf söylemediler.
- Dostlar, dedi tavşan, Allah
bana ilham etti. Ben zayıfım ama, kuvvetli bir görüşe sahip oldum. Hakk'ın
arıya öğrettiklerinden aslan ve ejderha habersizdir. Hiçbir fil, ipekböceğinin
yaptığını yapamaz. Görünüşe aldanmayın! İnsan şekliyle insan olsaydı, Hz.
Peygamber (S.A.S) ile Ebu Cehil eşit olurdu. Kitaplar adamı suretiyle değil,
vasıflarıyla över, "Alim, adil" gibi. Bunun üzerine hayvanlar:
- Öyleyse düşündüğün şeyi
söyle, dediler, danışmak insanın anlayışını keskinleştirir; akıl akıla yardım
eder.
- Her sır söylenmez, diye
karşılık verdi tavşan, şu üç şey hakkında konuşma: Gittiğin yol, paran ve
mezhebin. Çünkü bu üçünün de pek çok düşmanı bulunur. Düşman bildi mi, sana
hemen pusu kurar, iki kişiyi aşan, bir başkasına da söylenen her sır yayılır.
Hz. Peygamber (S.A.S) kinaye ve ima ile meşverette bulunurdu, düşman anlayamazdı.
Düşüncesini kapalı misalle söyler, sorusundan düşman bir şey sezemezdi.
Tavşan, hayvanlarla bu şekilde
konuştuktan sonra aslanın yanına gitmekte gecikti. Aslan, onun gecikmesinden
dolayı öfkelendiği için pençesiyle toprağı kazıyor, kükreyip duruyor,
hayvanlara atıp tutuyordu:
- Bu alçakların sözlerinde
durmayacaklarını biliyordum. Ne zamana kadar böyle aldatılıp duracağım?!
Tedbirsiz yönetici aciz kalır. Ahmaklığından dolayı ne önünü ne de ardını
görebilir. Düşman aldatıcı sözlerle gözümü kapattı, hileleri beni bağladı.
Tavşan bir hayli geciktikten
sonra aslanın kaldığı yere doğru yola düştü. Bu arada aslanın öfkesi de
alabildiğine artmıştı. Tavşanın uzaktan korkusuz, hiddetli, asık suratlı ve
çalımlı bir tavırla geldiğini gördü. Tavşan, üzüntülü ve ürkek bir şekilde
gelmesinin suçluluğunu göstereceğini, cesaretin ise bütün şüpheleri gidereceğini
biliyordu. Aslanın yanına yaklaşınca o bağırdı:
- Ey aşağılık mahluk! Ben ki
filleri parçalamış, erkek aslanların kulağını burmuşum. Bir tavşan parçası kim
oluyor da emrimi ayaklar altına alabiliyor?!
Tavşan sükunetle cevap
verdi:
- Efendim, aman diliyorum,
çünkü mazeretim var.
- Ey ahmak, diye kükredi
aslan, bu ne biçim özür?! Bir padişahın huzuruna bu vakit mi gelinir? Ahmağın
özrü kabahatinden büyük olur. Ben tavşan mıyım ki özrüne kanayım.
Tavşan yaltaklanarak cevap
verdi:
- Padişahım, zulme uğrayan bu
tavşanın mazeretini dinle! Mevkiinin sadakası olarak ihsan ve keremde bulun!
Aslan aynı sertlikle konuşmaya
devam etti:
- Benim ihsan ve keremim layık
olan içindir. Herkese boyuna göre elbise biçerim.
- Önce dinle, layık değilsem eğer,
ne yaparsan yap! Kuşluk vakti bir arkadaşımla yola düşmüştüm. Hayvanlar senin
için bir başka tavşanı daha benim yanıma katmışlardı. Yolda bir erkek aslana
rastladık, ikimize de sataştı. Ona, "Biz padişahlar padişahının
kullarıyız" dedim. "Utan! Padişahlar padişahı dediğin de kim
oluyor?!" dedi, "Benim yanımda adamlıktan nasibi olmayanları anma!
Eğer buradan iki adım öteye gidersen seni de padişahını da parçalarım."
Ona dedim ki: "Beni bırak da padişahımı görüp bunu haber vereyim."
Bana, "Yoldaşım burada rehin bırak, aksi takdirde gidemezsin" dedi.
Ne kadar yalvardıysak da fayda etmedi. Arkadaşımı bırakmak zorunda kaldım. O
semizlik, irilik ve güzellikçe benim üç mislimdi. Padişahım, bundan sonra
sizin günlük yiyeceğinizin yolu kapanmıştır, düşman yolu tutmuştur. Ben doğru
söylüyorum, doğru söz acı olur. Eğer tahsisatının gelmesini istiyorsan o yol
kesiciyi ortadan kaldırmalısın!
Aslan,
tavşana inanmıştı:
- Haydi gidelim, dedi, nerede
o? Düş önüme de onun cezasını vereyim. Fakat yalan söylüyorsan seni
cezalandırırım.
Düşman sözü dinleyenin,
hasetçiye dost olanın akıbetinin nasıl olduğunu gör. Düşman her ne kadar dostça
konuşsa, fayda ve kazançtan söz etse de, sen onu tuzak bil! Verdiği şekeri
zehir, lütfunu kahır say.
Tavşan yol göstermek için öne
düştü. Aslanın derin bir kuyunun başına götürmeye başladı. Kuyunun bulunduğu
yere yaklaştılar. Kuyunun yanına kadar giden aslan, tavşanın geride kaldığını
gördü. Dedi ki:
- Niçin geride kaldın? ileriye
gel!
- Nasıl geleyim, dedi tavşan,
elim ayağım oynamaz oldu, yüreğim yerinden oynadı. Yüzümün renginin ne hale
geldiğim görmüyor musun?
- Bunları bırak, dedi aslan,
geride kalmanın sebebini söyle!
- O aslan işte o kuyuda, diye
cevap verdi tavşan. Aslan hiddetle konuştu:
- Yürü! Açacağım yara onu
mahvedecek. Bir bak bakalım orada mı?
- Ben bu belaya bir kere
çarpıldım, dedi tavşan, ikinci defa cesaret edemem. Fakat beni kucağına
alırsan ancak o zaman kuyuya bakabilirim.
Bunun üzerine aslan onu
kucağına aldı. Bu şekilde kuyunun başına vardılar. Aslanın ve kucağındaki
tavşanın aksi su içinde parıldadı. Aslan, kuyuda bir erkek aslanla şişman bir
tavşan olduğunu gördü. Kucağındaki tavşanı bırakıp düşmanının üzerine adadı.
Kuyuda boğulup can verdi. Böylece yaptığı zulüm kendi sonunu hazırladı.
Kim bir kuyu kazarsa kendisi
düşer. Zulümle kuyu kazan, kendisi için tuzak hazırlamış olur. Aslan kendi
aksini düşmanı sandı, böylece kendisine kılıç çekti, insanlardan gördüğün
birçok düşmanlık aslında senin kendi huyundur. Kendi huyunu onlarda görüyorsun.
Hileyle aslanı öldüren tavşan
kurtulduğuna sevinerek otlağa, av hayvanlarının yanına koştu. Sevinç içinde,
oynayıp el çırparak gidiyordu. Yanlarına varınca müjde verdi:
- Sevinin, dedi, o cehennem
köpeği geldiği yere gitti. Ölüm süpürgesi onu çerçöp gibi süpürdü.
Bunu duyan bütün hayvanlar sevinçle
gülüp oynamaya, tavşanı öpmeye başladılar. Etrafında halka olup ona saygı
sundular:
- Onu hile ile nasıl
kandırdın, diye sordular, nasıl bir düzen kurdun? Bize anlat ki onun zulmünden
canlarımızda açılan yaralara merhem olsun!
Tavşan onlara nasihat etti:
- Allah yardım etti, dedi,
yoksa bir tavşanın neye gücü yeter?! Üstünlükler, hallerin değişmesi hep
Hak'tandır. O bu kuvvet ve kudreti nöbetleşe vermektedir, ikbal nöbetine ulaşan
fazla sevinmemelidir, çünkü elden çıkacaktır. Dışımızdaki düşmanı, aslanı öldürdük,
şimdi sıra içimizdeki düşmanla savaşmakta. O, böyle tavşan maskarası olmaz.
Küçük savaştan büyük savaşa döndük.
Yorumlar
Yorum Gönder